Kentlerin en önemli kimliğidir yapılar. Yapılar, bulundukları kentlerle anılır, onlar kente, kent onlara değer katar. Aynı zamanda kentlerin belleğidir yapılar. Örneğin 70’li yıllar mimarisinin eserlerinden olan Çanakkale eski Arkeoloji Müzesi’nin dış cephesi. Renkli alüminyum kaplandı. Mimari açıdan bakıldığında ne kadar saçma, ne kadar komik olduğunun karar vericeler tarafından fark edilememesi, bir kent için acı verici bir durum. Kentler yapıları, mimari eserleri ile anılır, onları yok ederseniz kent belliğini de yok edersiniz. İşte kent estetiği de, o kentin özgün özelliklerini üzerinde taşıyan, kentin kimliğini yansıtan bir tarzda ele alınmalı-ydı! Çanakkale bu treni kaçırdı! 31 Mart seçimlerinden sonra oluşacak yeni Belediye Yönetiminin masasında duran en önemli konulardan biri de bu! Kent estiği ve kimliği olmalı! Kent estiğine sahip ve güvenli, yaşanabilir yapılara kavuşmak hayal değil elbette. Kent rantına direnen yurttaşlık/kentlilik bilinci, sorumlu bir yerel yönetim ile Çanakkale’nin yapıları yeniden ele alınabilir. Bir “kent imar politikası”, ama demokratik kitle örgütlerinin, meslek örgütlerinin ve konunun uzmanı kişilerin katılımı ile oluşturulacak bir “kent imar politikası” günümüzde her kentin, ama özelde Çanakkale’nin ihtiyaçlarından biri! Mimar İsmail Erten ile yaptığımız haber dizisinin son bölümünü de keyifle okumanızı dileriz…
Mimar İsmail Erten, kent estetiği arayışlarının yoğun olarak 2000’li yıllarda kentin gündemine girdiğini ifade etti. Erten, “Bir taraftan Tarihi SİT alanı içindeki restorasyon, yeni bina cepheleri, sokak cephe yenileme, diğer taraftan yeni plan alanı ve gelişme bölgelerinde, dekoratif yapı cephesi ve renkli boya-badana anlayışı daha estetik binalar ve sokaklar olmasının talep kâr sonuçlarını doğurmuştur. 2010’lu yıllara gelindiğinde, Türkiye’de Kent Estetiği ve komisyonları kurulmasına yönelik mevzuat oluştuğu görülür. İmar yasasına göre; ‘Mimari estetik komisyonu: Şehrin yöresel mimarisine ilişkin tespitleri yapan, meydan, yol, kaldırım, tabela, kent mobilyaları ve benzeri düzenlemelerdeki usullere ilişkin öneriler getiren, yapıların ve onaylı mimari projelerinin özgün fikir ifade edip etmediğine, umumi binaların fonksiyonu ve özelliği gereği farklılık arz edip etmediğine karar veren komisyonu…’ Öbür yandan, estetik komisyonların otoriter siyasi iktidarlar tarafından, kötü ve yanlış kullanımını engellemek için, ‘Kent tasarım rehberleri’ kavramı ortaya atılmış ve mevzuata girmiştir. Bu rehber ile, kentlerin estetik bina ve mekan oluşturulmasının tesadüfü olmaması, evrensel, bilimsel, yerel kültürü de içine alan, önemli uzmanlık çalışmalarıyla ortaya konulacak belge hazırlanması hedeflenmiştir. Batıda her kentin özel olarak kendi özelliklerine göre düzenlenmiş kent rehberi oluşturma anlayışı, Türkiye kentlerinde de uygulanması hedefi mevzuata girmiş, hatta zorunlu hale getirilmiştir. Ne yazık ki, bu tartışmaları kentin sahibi, sorumlusu, karar vericisi olan Çanakkale belediyesi tarafından ıskalanır. Kent estetiği, kent tasarım rehberi vb. konuları maalesef bir külfet olarak görür. Formaliteden kurulduğu görülen estetik komisyonu, hiçbir ürün vermediği gibi, kentin zaten gündeminde olan iyilik-güzellik temelli kent estetiği meselesini, nitelikli tartışmalara yönlendirmez. Böylece bir fırsat, otoriter kent iktidar, idare ve bürokrasisinin, “ben yaptım oldu”, “benim dediğim dedik” anlayışına kurban edildi” dedi.
Son 10, 15 yıl içinde birçok simgesel bina kamusal işleve kavuşturuldu. Tescilli metruk binaların yeniden ayağa kaldırılması, aslına uygun tadile edilmesi ve kamusal işleve kazandırılmasının önemine değinen Erten, “2000Li yıllarda önce koruma planı ve uygulamaları, sonra sokak yenileme, akabinde tabela anarşisinin kontrolü ve sit alandaki meydan ve sokakların yayalaştırması, düzensiz araç parklarından arındırma çalışmaları yeni bir kent kimliğinin, korumacılık anlayışının gelişmesine yol açmıştır. Bunu geliştiren bir başka uygulama, kimlikli ve tescilli binaların restore edilerek kamusal işlevli olarak kente kazandırılmasıdır. Özel mülk ve kurumların mülklerini restore etme kampanyası sürerken, bu defa Çanakkale Belediyesi tescilli ve metruk binaların peşine düşmüş, mal sahiplerinin onarması için teşvikler oluşturmuş, bu durumda olamayan mal sahiplerinin elindeki mülklerin kamulaştırmasını yaparak yeni işlevli olarak kamusal alan kullanımına sunmuştur. Çanakkale Kent Müzesi, Çanakkale Seramik Müzesi, Troia Vakfı Korfman Kütüphanesi, Ece Ayhan evi ve bitişiği, yazar Sanatçı evi, gibi mekanlar bu süreçte kentlilerin kullanımına sunulmuştur. Çanakkale valiliği de bu sürece katılmış, Eski vali konağını Koruma Kuruluna tahsis ettirmiş ve restore edilmiş, kordondaki eski Levanten konağını kamu kullanımına sunmak için restorasyonunu yaptırmış, eski palamut depolarından birisini kamulaştırarak galeri hedefli onarımını yaptırmıştır. Palamut deposu bölgesinden Çanakkale belediyesi de mülkler satın almış ve kullanıma sunmuştur. Özel mülk ve özel sanat girişimlerinin bu bölgede kültür ve sanatın işlevli bilinir hale getirilmesi gayreti sonuç vermiş, bölgeyi ayağa kaldıran restorasyonlar yapılmış ve kültür amaçlı işlevlendirilmiştir” dedi.
“Tek yapı ölçekli esteki arayışlar, güzele ve iyiye yönelik yapısal cabalar, yapısal ve binasal olanın dışına da taşar ve kentin birçok meydan ve sokaklarındaki yer kaplama ve kent mobilyası yenilemeleriyle geliştirilmiştir” diyen Erten, “Halk bahçesi işlevlendirme kimlikleştirme peyzaj çalışması, Çanakkale kordonu zemin ve kullanım düzenlemesi, Demircioğlu caddesi zemin iyileştirme gibi kamusal alan düzenlemeleri de kentin görünürlüğünü, iyi ve güzel kulanım özelliklerini ortaya çıkartır. Başta, 18 Mart tepesi olarak bilinen geniş alanı kamusal kullanıma “özgürlük” parkı olarak sunulması, eski tekel deposu artığı olan alanın barış parkına dönüşmesi, bunun dışındaki bir çok küçük ölçekli park ve bahçe düzenlemeleri, yeni kimlikle bu alanların kullanıma sunulması, son dönem kent değişiminde önemli örnekler olarak görülebilir. Belediyesi tarafından önemle vurgu yapılan, Yeşil Yerel Yönetim ve Kültür Merkezi binası ile yeni adıyla 100 yıl kent meydanı, kentin ortasında özellikli bir bina ve meydan olarak yeni bir dönemin de başlangıcı olarak görülebilir” ifadelerini kullandı.
6 Şubat’ta meydana gelen büyük depreme ve bu depremin etkilerine değinen Erten, “Birden çok yerleşimi ve geniş bir bölgeyi etkisi altına alan, yıkıp yok eden 6 Şubat 2023 depremi, Güneydoğu Anadolu’da yarattığı etki kadar dalgalanmayı yut sathında da yarattı. Merkezi ve yerel yönetimlerin her biri önlem almak, radikal koruyuculuk içinde afet dirençli kentler kurmak yarışına girdi. Öncelikle bu deprem bir defa daha gösterdi ki, fay hattı kırığından yüzlerce km uzakta bile olsa çay yataklarında, likit zeminli alanlardaki binalar yıkılıyor ve yıkılan çok katlı betonarme binalar insanları öldürüyor. Çanakkale için, aktif fay hattı bizim altımızda yok demek artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Yakındaki kuzey Anadolu fay uzantılarının kuzey ve güney kollarındaki herhangi bir deprem yüzlerce km uzakta olsa bile Çanakkale kentinin çürük zeminindeki yüksek katlı binaları yok edecek ve insanları öldürecektir. Üstelik son yılarda yürürlüğe sokulan mühendislik harikası yönetmelikler ve uygulamalarına rağmen... Fakat görülüyor ki, 1999 depremi ve sonrasından bildiğimiz “mühendislik efelenmesi” ana akımı, Çanakkale afete hazırlık süreçlerine de hakim hale gelmiştir. Yine zemini iyileştirerek ve yine çok katlı rant kuleleri yaratarak afette dayanıklı Çanakkale kurma peşine düşülmüştür. Aynı efelenme akımı, bu defa bir başka rant ve yapılaşma kanalı bulmuştur. Yeni mucize “kentsel dönüşüm”, “rezerv alanlar”, çok katlı binalar, gelsin rantlar, oluşsun yeni mezar kentler furyası başlatılmıştır” ifadelerini kullandı.
“Son 70 yılın Türkiye’si kentleri ve kent mekanlarını araçsallaştırmış, alınıp satılan birer metaya dönüştürmüştür” diyen Erten, “İnsan ve yaşam yok edici, tarihi, kültürel ve doğal alanların tahribiyle içinden çıkılmaz bir yok edici olarak görülen kapitalist sistemin en hissedilir mekanları Türkiye kentleridir. Ülkenin kent, mimarlık, imar, bayındırlık politikası çok katlı betonarme bina inşaatına endekslenmiş, inşaat her şey için ve her yerde inşaat anlayışı, yeni imar alanlarından öteye bu dönem mevcut kentleri yık ve yap furyasına dönüşmüştür. Ülke ekonomisi, sadece kent sathındaki arsa spekülasyonları ile bina rantlarına fikslenmiştir. 20 yıl arayla farklı bölgelerde ve geniş alanlı etkiye sahip 2 deprem, bu rant ve spekülasyon düzenini değiştirmek, düzenlemek bir yana, körükleyerek artmasına yol açmıştır. Cumhuriyetin 100. Yılında durum hiç de iç acıcı değildir. Türkiye için yapılan bu tespitler, Çanakkale içinde maalesef aynıdır. 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin Çanakkale’deki özeti de, arsa spekülasyonu ve yapı rantına dayalı kentsel, yapısal, planlama ve karar süreçleridir. Özellikle 1970 ve sonrası, Türkiye’deki imar yağmasının takipçisi, birçok kent gibi Çanakkale kenti de olmuştur. Masumiyetler, ileri geri gidişler, kısmi doğrular, genel düzenin içinde ara duraklar olarak kalmakta ve maalesef sistem devam ederek işlemektedir” şeklinde konuştu.
Erten, “Kent yönetimleri, meclisleri ve bürokratlarının kimlerden oluşacağı ve çalışma nitelikleri, imar yağmasının ne kadar ve nasıl yapılacağının tespitiyle doğrudan orantılı süreçlerde belirleniyor. Siyasi söylemler, hiçbir yaptırımı olmayan anlamsız laflara dönüşüyor ve farklılık yerine daha fazla imar yağmasının nasıl yapılacağı söylevlerine dönüşüyor. Yönetsel iktidar ile reel siyaset ve karar erklerindeki bu durum, toplumun bütününe de yansımış, her parsel sahibi kentli yurttaş bu rant sistemine entegre hale gelmiştir. Kent arsaları ve yapıları, en önemli yatırım metaları olarak görülmektedir. Kentine sahip çıkan, daha iyi bir yaşamı talep eden duyarlı birey, aktif yurttaş yok edilmiş, yerine geleceğini imar yağmasıyla garantilemek isteyen, daha fazla rant ve buna bağlı spekülasyonu mubah gören, bu yönde birbirine benzer ilişkilerle toplu insan sessizliğine gömülen Çanakkaleli fotoğrafı önümüzde duruyor” dedi
“Bireylerdeki bu tutum, maalesef sivil örgütlerde de aynı yönde kendini göstermektedir” diyen Erten, sivil toplum örgütlenmelerinin sessizliğine de değindi. Erten, “Kentin iktidarı veya iktidarları, tüm sivil toplum örgütlerini kendine bağlama hedefi içinde hareket etmektedir. Bu yöndeki karşılıklı tavizler, sivil yapıların iktidarla güdümlü yandaş politikaları dillendiren hatta savunan ortamları yaratır. Kent konseyi amacını aşan bir yandaş, taraf kâr bir politikaya sürüklenir. Sivil toplum ve kuruluşları savunan, iktidar dışılık yerine, mevcut iktidarları savunan ve iktidar bağımlısı bir organizasyondur artık kent konseyleri... En kötü durum ve vaziyet ise; konu hakkında bütün bilgilere hakim, söz söyleme bilgi ve becerisi taşıyan uzmanlarda bulunmaktadır. Maalesef bu bozuk düzenin danışmanları, yasal kılıflarla kent oluşumlarına, bu bozuk düzenin hukuksuz yasalaşmasına öncü olan teknik elemanlar ve uzmanlardır. Bu uzmanlardaki vaziyet, onların bir aradalığını sağlayan Meslek örgütlerinin ve kurumsallaşmış STK’lara da yansımıştır. Bu örgütlerin ve kurumların suskunluğu, üyelerinin bu düzenin ana unsurları haline gelmesinin sonucu olduğu görülmektedir. Kentler bu akıl tutulmasının ablukası altında zor nefes alıyor. Tabii ki; her zaman çözüm ve umut vardır...” ifadelerini kullandı.
(HABER MERKEZİ)